Eski hayatla, şimdiki hayat

Zehra Okur
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Zaman ne çabuk geçip gidiyor. Hani nerde o eski insanlar, o eski kelime ve deyimler, eski adetler… Bizler o sözleri unutmak istemeyiz ama şimdiki insanlara bakıyorum da hiçbiri eski sözleri bilmiyorlar. Yaşlı insanlara sorsak eski kelimeleri ve deyimlerimizi biliyormusunuz, hemen söylerler ama şimdiki gençler sorsak eski kelime ve deyimlerimizi biliyor musunuz diye, cevabı şu olur: “Abi ben Bayburtlu değilim eski kelimeleri de bilmem sen git Bayburtlulara sor.” İşte cevabi bu olur. Bir ana bunları çocuguna hiç ögretmez. Eskiden kullandığımız kelimelerimizin, deyimlerimizin ne demek olduğunu… Hâlbuki bizler biliriz, bizler babanneye “ana” deriz dedeye de “büyükbaba” deriz, anneyede yine “ana” deriz, ablayada “bacım” deriz ama şimdiki nesil hiç bilmezler, hep babaanne ve dede derler. İşte bi o yok bizlerde hep eski kelimelerimiz vardı hep o eski deyimlerimizle doldururuz bir sözün yerini…

Mesela eski komşuluklarımızda yok. Eskiden komşu komşunun haliden bilir evine vakıf olur, aç mı –tok mu bilirdi. Şimdi ki insanlar kapı komşularını bile tanımıyorlar. Hatta tanımak bile istemiyorlar. Çünkü bu tanışlık dahi insanlar tarafından istiamar ediliyor ve insanlar insanlardan kaçar oldular.

Eskiden insanlar daha sıcak daha sevecendiler. Kimse kimsenin hakkın da kötü düşünmez kimseye bir kötülük edilmezdi. Herkesin ihtiyacı az çok karşılanır. Kimse aç kalmazdı. Birinin evinde bir şey pişse komşusuna ikram ederdi. İnsanlar her şeyde paylaşmasını bilir bir birlerine sayğılı olurlardı. Büyükler küçüklerini sever ve kollar, küçükler ise büyüklerine karşı saygıda kusur etmezdiler.

Şimdilerde kimse kimseyi tanımaz oldu. Hatta şehrimizin çehresi bile değişti, insanlarının değiştiği gibi. Oysaki eski Bayburt ne güzeldi. Ne sıcak ne tatlı bir şehirdi. Ağaçları, çeşmeleri vardı. Faytonlar vardı. Arabalar azdı. Sokaklar daha sakin ve temiz insanlar tanıştı.

Şimdilerde kuruyan çeşmelerimiz var, kesilen ağaçlarımız. Ağaçları neden keserler bir türlü anlamam. Ağaç kadar güzel bir şey var mı? Geçenlerde bir arkadaşıma sordum. Neden şehrimizin içindeki ağaçları kesiyorlar dedim? Aldığım cevaba şok oldum. Ağaçlar pislik yapıyorlarmış. Bir arkadaşım da şöyle dedi: Ağaçların kökleri kanalizsyon, su borularının içine giriyormuşlarda ondan kesmişler. Pes yani dedim. Bütün şehirlerin için de de dışında da ağaç var. Onların borularının içine girmiyorlar da bizim boruların içine mi giriyorlar. Ne diyim artık bir şey demiyorum. Alemin memlektine bu ağaçlar yakıştı da bir bizim memleketimize yakışmadı. Hem de öyle bir kesmişler ki kesilen ağaçların köklerini bile çıkarmışlar hatta kimisinin yerlerini bile kaybetmişler. Parke taşlarıyla kapatmışlar.

Nedense bu ağaç konusuna takıldım kaldım. Bir keresinde çoruh nehrinin kenarında ağaç dikiyorlardı. Baktım süs ağaçları. Dalı yaprağı olmayan ağaca ben ağaç mı derim! Yaprağını açıp, dallarını göğe bir dua misali uzatmayan ağaca ben ağaç demem. Kimse de bize çalı çırpıyı ağaç diktik diye yutturmaya kalkmasın!

Aslında şehrimizde bu ağaç kesme hastalığı; kavak ağaçlarının tüylerinin astımlı hastalara dokunduğu için başladı. Ondan sonra kim tutar artık Bayburt’luyu. Önüne gelen bu kavak bu söğüt dedi kesti. En sonun da şehir parkın da kesmişler ağaçları. Park düzenlemesi esnasında . Geçen gittim bomboş bir arazi gördüm. Birkaç aydınlatma lambası bir kaçta oturulacak bank. Hayır, tamam kimsenin bir şey dediği yok park düzenleme işine. Ama lütfen bunu ağaçları kesmeden yapalım. Bir ağacın ağaç olması için en az yirmi sene gerekli. Yirmi senelik bir çabanın ürününü kesip yerlerine süs ağaçları dikmek bana pek akıl karı gibi gelmedi. Hani kesilen ağaçların yerine çınar ya da huş ağacı gibi ağaçlar dikilse canıma minnet, bir şey diyeceğimiz yok.

Bir de eskiden kalma çeşmelerimiz aklıma takılır. Şehrimizi gezdiğimizde o kadar kurumuş, suyu akmayan çeşmeyle karşılaşıyorum ki. Hayret ediyorum . Nerde bu ecdat yadiğarı çeşmelerin suları, nereye kaybolmuşlar? Ha burası İstanbul olsa, diyeceğim ki çeşmelerin sularını çaldılar. Ama burası Bayburt ve suyun bol olduğu memleket… Hele bir de Kırk Çeşmeler faciası var ki onu hiç demeyin. Ben kendi kendimi bileli Kırk Çeşmelerin suyu kirlidir içilmez yazısı var. Hala da içilmiyor. Gelki kirlidir içilmez yazısı silinmiş, güzel de yenileme çalışması yapılmış ama hala suyu içilmiyor olarak biliyorum. Çünkü yapılan su tahlillerinde Kırk Çeşmelerin suyu içilebilecek düzeyde değil. Bir yerlerden suya kanilazson karışıyormuş. E artık bu çağda bu mazeret pes dedirtecek cinsten. Lütfen yetkililere sesleniyorum çeşmelerimizi akıtın, ecdadımızın kemikleri sızlıyor.

Eskiler demişken aklıma babamın giydiği kara lastik ayakkabılar geldi. Ben hiç görmedim onları ama babamın ve annemin anlattıklarına bakarsan eskiden çocuklar bunları giyerlermiş. Kışında lastik çizmeler varmış.

Eskiye benzer ne dilimiz kaldı ne deyimlerimiz. Ne ağaçlarımız kaldı ne sularımız. Ne insanımız kaldı ne evlerimiz. Kala kala maziden; çıplak bir Çoruh, konu mankenlerine benzeyen parklarımız, seyrek dallarda ötüşen kargalar.

Rüveyda Kübra OKUR

0
be_en
Beğen
0
alk_
Alkış
2
mutlu
Mutlu
0
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir