Aksaray Efsaneleri

Aksaray iline ait efsaneler: Çingi Taş Efsanesi, Geyik Sütü Efsanesi, Helvadere Efsanesi, Narlıgöl Efsanesi, Niğah Hatun Efsanesi.

Aksaray Efsaneleri
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Aksaray iline ait efsaneler: Çingi Taş Efsanesi, Geyik Sütü Efsanesi, Helvadere Efsanesi, Narlıgöl Efsanesi, Niğah Hatun Efsanesi

Çingi Taş Efsanesi

1969 ilkbahar aylarında gerçekleşmiş bir efsanedir. Ulu Cami’nin önünde fayton durakları varmış. Olayı anlatan faytoncu, Kara Mustafa’nın yanında çalışan Faytoncu Hüseyin veya diğer lâkabıyla Merav Hüseyin. Bir kişi Faytoncu Hüseyin’e gelir. “Muhteşem kabristanın olduğunu duydum. Beni oraya götürür müsün?” der. “Tamam, götüreyim.” der Faytoncu Hüseyin. Kurtuluş yolu üzerinden giderler. Şahıs Kanlı Pelit’i görünce “Bu ne kadar büyük ağaç? Bu kaç yıllık bir ağaç böyle?” diye Faytoncu Hüseyin’e sorar. Faytoncu Hüseyin bunu efsanevi bir şekilde anlatır. O ağacın hiç budanmadığını, budayanın da başına türlü bela geldiğini anlatır. Ufak bir süre burada durduktan sonra Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba (Mevlana’nın Hocası)’nın olduğu yere götürür. Kabrine bir Fatiha okur. Beklerken Şeyh Hamid-i Veli’nin sol tarafında kabirler vardır. Oraya bakar. Der ki; “Bu taşın tarihi epey geçmiş”, taşa dokunur. Çingi Taş mermerden sert, dokumayla parçalanır. Faytoncu Hüseyin Amca şok olur. Ne yapacağını şaşırmıştır. Fayton parasını vermiş, bozulacak para var mı diye sormuş. Varsa getir bozayım, demiş. Hüseyin Amca yok, sorun değil demiş. Şahıs kırk kızlar kabristanına gitmem gerek deyip oraya gitmiştir. Gitmeden önce de taşı tekrar birleştirmeye geleceğini söylemiş ve ortadan kaybolmuştur.

Geyik Sütü Efsanesi

Aksaray’a bakan Şimol sivrisinde kayalıklar varmış. Bu kayalıklar Hasandağı’nın zirvesinde yüksekte kalan yerlermiş. Kayalıklar arasında 1m murabba kadar sahada beyaz karışık kırmızımtırak renkte yumuşak bir toprak varmış. Oldukça değerli bir tür toprakmış bu toprak. Bu toprağın oluşumunu sağlayan etken; önceden buraya bir geyik gelmiş. Burada yavrusunu emzirmiş. Yavruyu emzirirken oraya sütü akmış. Sütü yere dökülmesinden sonra bu toprak tatlı bir hâl almış. Bu toprak daha sonra yoğurt mayası için kullanılmaya başlamış halk arasında. Aynı zamanda çocuğu olmayan kadın, bu kayalıklar arasındaki toprağa gidip bir tutam toprak yerse, evlat sahibi olurmuş.

Helvadere Efsanesi

Çanakkale Savaşı sıralarında Aksaray’ın bir köyünde bulunan bir derede birkaç asker yemek, yemek için mola vermişler. Yemişler, içmişler, karınlarını doyurmuşlar. Ve tekrar yola koyulmuşlar. Giderlerken içlerinden birisi yemek yerlerken helvanın dere kenarında kaldığı aklına gelmiş ve “helva derede kaldı” diye bağırmış. O gün bu bugündür o köyün adı “Helvadere” köyü olarak kalmış. Hala günümüzde ismini korumakta ve “Helvadere Kasabası” olarak tanılmaktadır.

Narlıgöl Efsanesi

Aksaray’a çok yakın bir yerde, Gülağaç’ın Sofular Kasabası’nda birbirlerini çok severek evlenmiş bir çift ve onların yeni doğmuş bebekleri, küçük, yoksul bir evde yaşarlarmış. Zaman gelmiş ve genç koca karısını ve bebeğini bırakıp askere gitmek zorunda kalmış. Zaman geçmiş, kış bastırmış. Fırtınalı bir günde köyün girişinde uzun beyaz sakallı, bastonlu, yaşlı bir adam belirmiş. Bitkin görünüyormuş, evlerin kapılarını tek tek çalmaya başlamış. Birazcık ekmek ve su istemiş köylülerden. Hiç kimse ama hiç kimse bu adama istediğini vermemiş, yüzüne çarpmışlar kapıyı. Bir ev dışında… Genç kadın aceleyle bir bardak su ve bir parça ekmek getirmiş yaşlı adama. Adam; “kızım çocuğunu da al ve şu dağa çık. Dağın tepesine gelene kadarda arkana bakma” demiş genç kadına. Kadın yaşlı adamın sözünü tutup yola koyulmuş. Tam zirveye varmak üzereyken yorulup ve birazcıkta merakına yenik düşüp arkaya bakmış. O anda kadının göğsünden sular fışkırmaya başlamış. Öyle ki bütün köy sular altında kalmış. Kadın ve çocuk ise taşa dönüşmüşler öylece… Rivayet edilir ki; bu göl senede bir kurban alırmış ve hiç kimse o cesedi bulamazmış, ta ki yedi sene sonra göl cesedi dışarı fırlatana kadar. Ve yine rivayet edilir ki Narlıgöl kurban istediğinde bağırırmış…

Niğah Hatun Efsanesi

Çok eski zamanların birinde her yanı akarsularla ve bağlarla çevrili çok güzel bir şehir varmış. Selçuklu sultanı bu şehri o kadar çok severmiş ki tahtını oraya kurmuş ve sarayını oraya yaptırmış. Sarayın giriş kapısının sağında ve solunda tunçtan yapılmış, heybetli iki adet aslan heykeli varmış. Bu saraya bir kötülük yapmak isteyen olursa, o kişi aslanların ağızlarından saçtığı kıvılcımlarla helak olurmuş. Sultan sarayı sağlam surlarla; medrese, cami, hastane ve bedestenlerle süslemiş. Her zafer dönüşünde şenlikleri burada yaparmış. Büyük ziyafetler verir, halka hediyeler dağıtırmış. Sultanın çok sevdiği ve gözünden sakındığı birde kızı varmış. Güzelliği dillere destan Nigâh Hatun halk tarafından çok sevilirmiş. Nigâh Hatun’u diğer çevre illerin beylerinden pek çok olmasına rağmen babası hiç kimseye vermezmiş. Babası gibi yiğit olan Nigâh Hatun at biner, kılıç kuşanır ve ava çıkarmış. Sultan kızıyla gurur duyarmış. Lakin şehrin dışına ava çıkmasına gönlü razı olmazmış. Civar illerin askerleri zaman zaman istihbarat amaçlı aralarında dolaşmak istermiş. Nigâh Hatun babasının seferde olduğu bir gün ava çıkmak istemiş. Babasının rızasının olmadığını bildiğinden hizmetlilerine odasına çekilip uyuyacağını ve rahatsız edilmek istemediğini söylemiş. Odasına çekilip hemen erkek kıyafetlerine bürünüp gizlice saraydan çıkmış. Nigâh Hatun tehlikeli olduğunu bildiği halde atıyla dolaşmayı ve avlanmayı çok severmiş. O günde at üstünde dolaşırken saatler geçirmiş. Lakin avlayacak bir hayvana rastlamamış. Akşam olmak üzereyken bir su kenarına atını bağlamış. Tam eğilip su içecekken çalıların ardında bir hışırtı duymuş. Bunun bir tavşan olduğunu düşünen Nigâh Hatun hemen okunu yaya germiş ve çalılığa doğru fırlatmış. İnceden bir “Ahh!” sesi duyulmuş. Şaşıran Nigâh Hatun yavaş yavaş çalılıklara doğru gitmiş. Bir de ne görsün!!! Yiğit bir delikanlı yerde oturmuş omuzunda ki oku çıkarmaya çalışıyor. Delikanlı Nigâh Hatun’u görünce hemen kılıcına davranmış. Nigâh Hatun korkmamasını söylemiş. Ve yanına oturmuş. Omuzunda ki oku çıkarıp sarmış. Bu sırada Nigâh Hatun ‘un yüzündeki peçe düşmüş güzelliği ortaya çıkmış. Delikanlının, kızın güzelliğini görünce dili tutulmuş. Nigâh Hatun da bu delikanlıdan etkilenmiş. Yarasını sararken elleri titremeye, kalbi hızlı hızlı atmaya başlamış. Tam giderken delikanlı tutmuş Nigâh Hatun‘u; hiç değilse adını bağışla demiş. Adını söyleyip uzaklaşmış. O atına binmiş giderken delikanlı da ardından bağırıyormuş. Yarın burada bekleyeceğim, gelmemezlik edip de bir yara da yüreğimde açma demiş. O gece Nigâh Hatun sabaha kadar uyuyamamış. Ertesi gün aynı kıyafetlerle oraya gitmiş. Delikanlı onu görünce kuşağı kızın beline dolamaya başlamış. İkisi de o anda birbirlerine sevdalanmaya başlamışlar. Lâkin bunları sultanın askerlerinden birisi görmüş. Nigâh Hatun Aperle neredeyse her gün buluşmuş. Bu sırada babası seferden dönmüş. Şehirde zafer şenlikleri başlamış. Bu sırada asker, Nigâh Hatun’u Aperle gördüğünü söylemiş. Sultan bunu duyunca deliye dönmüş. Ve bu nedenle kızına saraydan çıkmayı yasaklamış. Nigâh Hatun bunun üzerine sadık hizmetlilerinden biriyle Aper’e olanları anlattırmış. Aper babasının karşısında dikilmeyi bile göze almış ve bu düşmanlığı bitirmek istediğini söylemiş. Babası böyle bir şeyin mümkün olmadığını ve bu sevdadan vazgeçmesini söylemiş. Aper eve ocağa sığmaz olmuş. Nigâh Hatun’la görüştüğü yerlerde dolanıp durur olmuş. Nigâh Hatun’nun babası kızını başka biriyle evlendirirse, bu sevdadan vazgeçeceğini düşünmüş ve uzak bir ilin beyiyle nişanlamış. Nigâh’ı hizmetkârı Aper’e bu haberi ulaştırmış. Çeyizin gideceği günü de söylemiş. Bu haberle birlikte gencin omuzundaki yara tekrar kanamaya başlamış. Babası onun için en iyi hekimleri getirmiş ama hiçbiri de kanamayı durduramamış ve ağrıyı dindirememiş. Bir gün derviş kılıklı birisi gelmiş saraya, Aper’in yarasına dokunmuş. Ama Aper hiç sesini çıkarmamış. Bu sefer kalbine dokunmuş derviş, işte Aper o zaman acıdan feryat etmiş. Derviş babasına bu yaranın kapanması için iki sevdalının birleşmesi gerektiğini söylemiş. Ama baba Melik bunun mümkün olmadığını söylemiş. Sarayda düğün hazırlıkları tamamlanmış. Nigâh Hatun gitmek için hazır hale gelmiş. Yola çıkmış Nigâh Hatun. O sırada Melik Bey sefer için yola çıkmış. Aper ise gelin alayının güzergâhında pusuya yatıp beklemeye başlamış. Tam gelin alayı geçerken Aper ve adamları davranıp Nigâh Hatun’u kaçırmış. Sivas Melik’i seferden vazgeçip adamlarıyla bitlikte peşlerine düşmüş. Nigâh Hatun’un babası da kızını aramaya çıkmış. Gençler kaçmaya başlamış. At üstünde günlerce aç susuz hiç mola vermeden gitmişler. Sonunda dağlık bir yerde su havzasının kenarında durmuşlar. Nigâh Hatun’la Aper orada beklerken elinde su kapları olan bir rahip gelmiş. Onların haline acımış ve bir süre de olsa manastırda saklanabileceklerini söylemiş. Melik ve sultanın adamları yerlerini bulup kapılarına dayanmışlar. Bir süre sonra rahipler içeride kimsenin olmadığını söylemiş ve kapıyı açmamış. Sultan onlara inanmamış ve gerekirse zorla içeri gireceklerini söylemiş olsa da içeri giremeden gitmişler. İki sevdalı birbirlerine sarılıp hiç ayrılmayacaklarını, gerekirse ölüme gideceklerini söylemişler rahiplere. Rahipler sevdalılara bir iksir vermişler ve içmelerini söylemişler. Sevdalılar hiç itiraz etmeden bu iksiri içmişler. Sultan ve Melik içlerinde şüphe olmaması için tekrar dönüp kapıyı kırmışlar ve içeri girmişler. Manastırı didik didik etmişler; fakat kimseyi bulamamışlar. Bir daha da iki sevdalıyı gören hiç kimse olmamış. Derler ki iksiri içince ortadan kaybolmuş, güvercin olup uçmuşlar. Derler ki o civarda yan yana duran iki güvercin görürseniz bilin ki onlar Nigâh Hatun ve Aper’dir. Sevdaları halâ sürmektedir.

0
be_en
Beğen
0
alk_
Alkış
4
mutlu
Mutlu
1
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir