Kaldırımlar, Vasfi Okur Yazdı

Kaldırımlar, Vasfi Okur Yazdı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Geçenlerde kaldırımları gezmekteydim. Sararmış çınar yapraklarıyla doluydu etraf. Ben gezerken Necip Fazıl’ın mısraları da dilimdeydi. “Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi.”

Yalnız mıydım? Aslında değildim. Bir ben, bir de hayallerim vardı. O zaman neden bu mısralar aklıma geliyordu? Her halde sararmış çınar yapraklarının bana vermiş olduğu ruh halindendi.

Çoktandır kaldırımlarla haşır neşir olmamıştım. Neredeyse yabancı hissediyorum kendimi. Gözden ırak olan gönülden de ırak oluyormuş.

Yapraklar ıslak, bulutların gözlerinde yaş. Çıplak kalmış çınarlar. Çamları sorarsan “yar ağladı ben ağladım” şarkısını söylüyorlar sanki. İğnelerinde minik şebnemler asılı kalmış. Etrafta hazan. Aylardan kasım. Ömrüme kış mı ne geldi. Heyhat! Benim gönlüm ilkbaharda kalmış!

Ne hasretlerim oldu benim bu kaldırımlar da. Hepsi nisan yağmurları gibi yağıp geçti. Ne zaman beni bekledi ne ben zamana dur diyebildim. Hiç unutmam lisenin kapısında nöbet tutan âşıkları. Umumiyetle hep utangaçtı âşıklar. Şimdilerde ne o aşklar kaldı ne de o utangaç âşıklar. Okullar bile yerlerinde kalmadı. Her biri bir taraf da yeniden yapıldı.  Ne kadar eskidi bu sokalar, hele de kaldırımlar. Nice ahları dinledi bu kaldırımlar. Nicelerinin gözyaşları aktı. Nicelerinin sevdaları kaldı bu kaldırımlarda. Katil kaldırımlar.

Eski yüzleri arıyorum. Hepsi karaborsa mı olmuşlar ne. Parmakla göstermek istesen parmağın havada kalacak sanki. Bulamıyorum. Sessizce bir kır kahvesinin iskemlesine oturuyorum. Sigaramdan derin bir nefes çekip tellenen dumanına bakıyorum. Etrafta derin bir sessizlik. Arada bir kargaların, saksağanların seslerinden başka ses yok. İyi ki onlarda var. Hele de saksağanlar, kışın habercileri. Eskiler onlara alacakarga derdiler. Kimileri de sobaları kurmak için onları beklerdi. Ramazan hilalini bekleyen muvakkitler gibi. Tadı yok çayın, ne de sigaramın.

Yıllar yılı dost kaldığım çayımdan ve sigaramdan artık uzak kalmak istiyorum. Vaz geçtim artık, direnmiyorum hayat sana. Sen de bildiğini yap. Sevenler terk edip gittikten sonra.

Tekrar kaldırımlara dönüyorum. Paltomun yakaları kalkık. Ellerim ceplerimde. Kolumda mazi de kalanın hayali. Hani diyorum; karşı köşeden çıkı verse tanıdık bir yüz. Hele de; hem uzak hem yakınımdaki. Hesapsız kitapsız karşılaşsak. Ayaküstü sohbet etsek. Hal hatır sorsak. Çoluktan çocuktan bahsetsek. İş güç. Hayat meşgalesi muhabbetimiz olsa. Kırlaşan saçlardan, kırışan gözlerimizden bahsetsek, derin tebessümlerle. Yılların nasıl köşe bucak bizleri savurduğundan. Sonra vedalaşıp ayrılsak, bir daha ki tesadüfen karşılaşmalara ısmarlasak kendimizi.

Bazen hayat ters köşe yapıyor insanı. Hiç aklında olmayan başına geliyor. Mesela çok sevip, çok da güvenip sırtınızı yasladığınız… Bir gün özür dileyip geri çekilecek. Herkes gitse de ben buradayım diyen… Zamanı, şartları öne sürecek. Ettiği yemine mi kanasınız, yaptığı özre mi inanasınız. Sonra kala kalırsınız ortada. Geri dönmek istersiniz dönemezsiniz. İleri gitmek istersiniz ilerisi kapalı. Araf’tasınızdır artık. Ne bir adım ileri ne bir adım geri. Hayat donar, siz donarsınız.

Tenhalaşan kaldırımların üzerindeyim. Belki de kaldırımlar tenha değil de bu tenhalık tanıdık yüzlerin tenhalığıdır. Yine o köşe başındayım.

Neden o köşe dedim?

Sanırım otuz beş sene evveldi. Henüz bıyıklarım yeni terlemiş, o günlerde Tarkan bıyığı koymak moda. Bir sevda var ki başımda, köşe bucak onu arıyorum. Hani derler ya “liseli sevdası”, onun gibi bir şey. İçimden ne dualar ediyorum. “ Ne olur Allah’ım onu bu köşeden karşıma çıkar” diye. O köşe senin bu köşe benim geziyorum. Belki karşılaşırız diye. İçimde bir yangın var ki öyle böyle değil. İşte bu köşede nerdeyse kafa kafaya çarpışmıştık. İlk kez yürekten yapılan duaların hemen kabul olacağını öğrenmiştim. Arayan buluyormuş gerçekten. İşte bu köşenin içimdeki hadisesi buydu.

Yeri gelmişken şunları da demeden edemeyeceğim. Bizim zamanımızda; liseden bir kıza sevdalanmazsan, sigarayı ağzınıza çapraz takıp hava atmazsan hele de sinemaya kaçak girmezsen, özelikle akşam matinelerine, delikanlıdan saymazdılar seni.

Bir şeyi daha diyeceğim; sigarayı ulu orta içemezdik. Kızlarla kolay kolay konuşamazdık. Hele hele birilerinin yanında hiç konuşamazdık. Uzaktan uzağa severdik. Sinemaya girdiğimizde, bizden büyüklerin yanına oturmayıp en az iki üç koltuk ara olurdu aramızda.  

Uzunca dikildim o köşede. Gözlerimin önündeydi o an. İki çift gözün derince bakışması. Sonra kafalarını usulca yere eğip bir birlerine yol vermeleri. Ardından uzunca bakmıştım. Ta ki gözden kayboluncaya kadar. Yine o yola bakıyordum. Şimdi kim bilir nerelerdedir. Evlenmiş midir? Belki de çocukları da vardır. Gözlerim o yolun ucunda, sanki o yoldan tekrar geri gelecek gibi. Neyse işte, o köşe ve ben. Kör bir kuyuya derinden derine haykırıyorum, hüzzam makamında çalan neyin feryadı gibi. Hani nerede o âşıklar?

Şimdilerde yeni yetmeler var kaldırımlarda. Tıfıl delikanlılar. Genç üniversiteliler. Kaldırımların yeni sakinleri. Eskilerden bir iki ayakkabı boyacısı kalmış. Bir iki kestaneci. Bir de limoncu. Onlarda miatlarını doldurmuşlar, yerlerini yeni yüzlere bırakmak üzereler. Seyyar lahmacuncular, simitçiler, halka tatlıcıları, pamuk şekeri satanlar çoktan kaybolmuşlar bile.

Eski ağaçları da kalmadı kaldırımların. Selvi söğütleri, dişbudak, akasya, mimoza ve manolyalar çoktan yerlerini ismini bilmediğim süs ağalarına bırakmışlar bile. Hani yıllar geçse de pek büyümeyen, dalı yaprağı az olan cinslerden. Allahtan birkaç tane çınar kaldı da kaldırımların bekçisi oldular.

Bir de şehrin delileri vardı kaldırımlarda. Deli miydiler veli miydiler bilmem ama onların da cinsinden nerdeyse kimse kalmamış. Genellikle meskenleri kaldırımlardı. Adeta kaldırımlarla iç içe yaşardılar. Kaldırımların üzerinde yatar, kaldırımların üzerinde yer içerdiler. Kaldırımların üzerinde ağlar, kaldırımların üzerinde gülerdiler.

Bu arada dilencileri de unutmamak gerek. Onlarda en kadim sakinleriydi kaldırımların. Belirli köşeleri onlara aitti. Kimse kimsenin yerini işgal etmez, hepsi işgal ettiği yerin sadıkane bekçisi idi. Onlardan da kimse kalmadı. Sadakatleri buraya kadarmış.

Şu vefasız âlemin sadık dostları kaldırımlar;     

Yine senin üzerinde geziniyorum, ben ve sen, yalnız olarak. Islak çınar yapraklarıyla dost olmuşuz. Yoruluyorum. Yaşlı kollarında ki banklara oturup uzunca gökyüzüne bakıyorum. Kulaklarımda uzakların fısıltısı var: “Başımı omzuna yaslayarak, gözlerinin içine bakıp…”  

Kaldırımlar, ıssız yolların kalabalık çocuğu. Yine birlikteyiz. Senin üzerinde gezinmek, Elest-i bezmine gidip gelmek gibi. Orada verilen sözlerin burada ikrarı gibi.

Necip Fazıl Kısakürek Kaldırımlar Şiiri