Konya Efsaneleri

Konya iline ait efsaneler: Alaaddin Tepesi Efsanesi, Üçler Efsanesi, Şems’in Kuyusu Efsanesi, Deve Taşı Efsanesi (Seydişehir), Dedegül ve Karagöl Efsanesi (Beyşehir), Çoban Kayası Efsanesi (Beyşehir), Obruk Efsanesi, Kızlar Kayası Efsanesi, Tahir ile Zühre Efsanesi, Tuz Gölü Efsanesi, İplikçi Cami Efsanesi, Kybele Efsanesi.

Konya Efsaneleri
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Konya iline ait efsaneler: Alaaddin Tepesi Efsanesi, Üçler Efsanesi, Şems’in Kuyusu Efsanesi, Deve Taşı Efsanesi (Seydişehir), Dedegül ve Karagöl Efsanesi (Beyşehir), Çoban Kayası Efsanesi (Beyşehir), Obruk Efsanesi, Kızlar Kayası Efsanesi, Tahir ile Zühre Efsanesi, Tuz Gölü Efsanesi, İplikçi Cami Efsanesi, Kybele Efsanesi.

Alaaddin Tepesi Efsanesi

Konya Selçukluların başkenti iken Sultan Alaaddin bir cami yaptırmak istedi, bunun için şehrin meclisi şehrin ortasında bir tepe meydana getirilmesinin ve bu tepenin üzerine caminin yapılmasını kararlaştırdı. Bu maksatla bir toprak vergisi kondu. Herkesin hissesine düşen toprağı çuval ve torbalarla getirmesi suretiyle meydana geldi. Caminin inşasına başlandı. Bir gün Sultan Alaaddin tepeye çıktı ve şehir halkının evlerinin damlarında yarı çıplak yattıklarını gördü. Bunun üzerine tepeye yalnız caminin yapılmasını, sarayın ise tepenin eteklerine inşasını istedi.

Üçler Efsanesi

Üç dervişe hasta olan efendileri “Sizin kısmetiniz burada kesildi, Konya’ya gidin” demesi üzerine Horasan’ı bırakıp Konya’ya göç ederler. Kale kapısına vardıklarında önlerine yüzü peçeli derviş kılıklı bir adam çıkar ve “Gelin der, sizin yeriniz Mevlanâ Dergâhıdır, oraya yerleşeceksiniz.” Yol gösteren derviş peçesini kaldırır. Bir de ne görsünler, hasta olan kendi mürşitleri değil mi? Mehmet, Mahmut ve Ahmet adlarında bu üç derviş ölünce Mevlana’ya yakın yere gömüldüler. Mezarlığa Fatih Sultan Mehmed zamanında Üçler adı verildi.

Şems’in Kuyusu Efsanesi

Konyalı iki hacı Kâbe’yi ziyarete giderler. Su alırken tası zemzem kuyusuna düşürürler, fakat çıkaramazlar. Konya’ya geldiklerinde aynı tası Şems’in türbedarının elinde görürler. Nereden aldın bu tası? Diye sorduklarında türbedar, Şems’in kuyusundan aldığını söyler.

Deve Taşı Efsanesi (Seydişehir)

Seyyid Harun küpe dağının eteklerinde şehri kurarken bir haber ulaşır. Ilgın – Kadınhanı arasındaki Mahmuthisar köyündeki tekke de müridleri ile oturan Didiği Sultan adlı bir ermiş şeyh, ayıya gem vurarak binmiş, müridleri ile birlikte Seyyid’in ziyaretine gelmektedir. Haberi alan Seyyid’in Harun, müridlerini toplar, oradaki kocaman bir kayaya “Deve ol” der, deve şekline giren kayaya binerek Didiği Sultanı karşılar. Keramet ehli iki pir, Seydişehir’in girişinde buluşurlar. Didiği Sultan bindiği ayıdan iner, onu dağa sürer. Seyyid Harun’da bindiği taş deveyi çöktürür, oda iner, böylece helalleşip görüşürler. Seyyid Harun’un bindiği taş deve, çöktüğü yerde olduğu gibi kalır. Yüzyıllar boyunca, deveye benzeyen bu kaya parçası, halk tarafından ziyaret edilerek efsanesi anlatılır. Devetaşı olarak bilinen kaya bu gün Alüminyum tesisleri lojmanları arasında kalmıştır.

Dedegül ve Karagöl Efsanesi (Beyşehir)

Dedegül, dede gülleri ile ünlü Anamaslar’ın doruk tepesi olup, uğurlu sayılan bir dağdır. Karagöl ise bu dağın eteklerinde küçük bir gölcüktür. Çevre köylerin dilek ve adak yeridir. Çevre köylülerin anlattıklarına göre; Dedegül dağının Güldede adında yeri bilinmez bir yatırı, ulu dedesi vardır. Karagöl’e yapılan adakları o karşılar, dede gülleriyle örtülü çayırların pisliklerini geceleri o temizler; öyle ki gündüzünden ne kadar, insan ve hayvanlarca ortalık kirletilirse kirletilsin, Güldede, bunlardan sabaha iz bırakmaz; nasıl ederse eder, pislikleri yok edip ortalığı tertemiz eder. (Benzeri temizlenmenin Erenkilit Dağı için de anlatıldığı duyulur) Çevre köylüler, özellikle çocuk edinme dileklerinde, dilek dilemeye, adak adamaya Karagöl’e çıkarlarmış. Dilek dilemenin birde usülü ve yordamı varmış. Dilekçi, ilk olarak dilek pınarından su içer, pınara tahıl taneleri ve bozuk paralar atar, yanındaki Uğur Ardıcına çaput bağlarmış. Orada Abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra; adak davarı kesilip kan akıtılır ve topluca yenirmiş. Sonra tekrar namaz kılan dilekçi, dilek pınarına el atarmış. Eline buğday tanesi gelirse, bir oğlu, arpa tanesi gelirse bir kızı olacak demekmiş. Bundan sonra uyku taşına uzanan dilekçi dua eder ve uykuya yatarmış. Eğer dileği gerçekleşecekse düşünde Güldede’yi görürmüş ve Güldede dileğini ona muştularmış.

Çoban Kayası Efsanesi (Beyşehir)

Dedegül Tepesi eteğinde bir Türkmen Beyi yaşarmış. Beyin yedi oğlu ve güzel bire kızı varmış.

Beye ait koyun sürüsünü Yıldız adlı çoban güder, Karagöl’de sulayıp Çoban kayası mevkiinde yatırırmış. Beyin Güllü adında güzel kızı da Gül tepesine gelerek koyunları sağarmış. Genç ve güzel kız koyunları sağarken çoban da yanık yanık kaval çalarmış. Zaman içinde çoban ve kız birbirlerine âşık olmuşlar. Öyle ki genç kız çobanın hislerini kavalının sesinden anlar hale gelmiş.

Bir gün eşkıyalar sürüyü basıp çobanı esir almışlar köpeğinden biri olan Kara Köpek de öldürülmüş. Onbeş kadar eşkıya yanlarına sürüyü de alarak Eğirdir’e giden yol üzerindeki Kestel Boğazına yönelmişler. Mola verdikleri sırada eşkıya başından sizin alan çoban bir kaya üzerine çıkıp başlamış kavalına üflemeye. “Kara Köpek kan kustu, Eşkıyalar bizi bastı, Yetişin Ağalar, Koyun Ketseli aştı.”

Çobanın çaldığı kavalı dinleyip mesajı alan Güllü Kız babasını uyardıysa da inandıramamış. Kaval sesi halen devam edince ısrarla durumu izah etmeye çalışmış. Bunun üzerine babası ve ağabeyleri yola koyulmuşlar. Eşkıyaları Ketsel Boğazında yakalayan Bey, üç tanesini de öldürmüş. Diğer eşkıyalar kaçarken, Çoban ve sürü de kurtulmuş.

Eve geri dönen Bey, Kızını yanına çağırmış ve kaval sesini nasıl anladığını sormuş. Kız da babasına; “Aşk söyletir, dert ağlatır. Dedegül Tepesi dinletir.” demiş.

Durumun farkına varan Bey Çobanı yanına çağırmış. Çobana bir şart koyup şöyle demiş; “Koyun sürüsünü tuzlayacağım. Sende kaval sesi eşliğinde sürüyü Karagöle götüreceksin. Yalnız Koyunların hepsi su içmeden geri dönemli.”

Söylenenleri dinleyen Güllü’nün gönlüne hüzün çökmüş ve başlamış mırıldanmaya; “Çal kavalını hey garip çoban dağlar dinlesin. Derdini bilmeyen seni neylesin, Âşık Güllü gizli gizli ağlasın.”

Kavalını eline alan Çoban başlamış çalmaya. Göl kenarına varan bin kadar koyun hiç su içmeksizin durmaya başlamış. Derken sürmeli kara gözlü bir koyun kavalı dinlemeyip su içmeye başlamış. Meğer Güllü kızın koyunları sağarken gözünden öptüğü bu koyun Çobandan vazgeçmiş.

Kavalını yine eline alan dertli Çoban;
“Koyun seni güttüm güttüm getirdim,
Getirdim de çoban kayasına yatırdım,
Güllü abla sağdı ben baklacını getirdim,
Ablanı sevdiğim sürmeli kara koyun.
Çıktım Anamas Yaylasının başına,
Ayağı deymesin toprağına taşına,
Gülleceğiz yeni girmiş on yedi yaşına,
Ablasını sevdiğim sürmeli kara koyun.
İçtin tükenmez Karagöl’ün suyunu,
Ablan Güllü değiştirmez eski huyu,
Gideceğimiz yer Cennetin yolu,
Ağa kızı vermez ise olurum deli.”

Son söz olarak Bey kızının Çobana uygun düşmeyeceği söylenir. Dahası çobana da yol gösterilir. Ne var ki kızın gönlüne sevda ateşi düşmüştür. Annesinden de yardım alan güzel kız evden kaçmış. Bir süre dağlarda dolaşan iki âşık beyin adamları tarafından yakalanmış. Bu sevda hikâyesini kabullenemeyen Bey, kızını öldüremeye karar vermiş.

Kız da; “Baba, beni çobana âşık olmama sebep anamdır.” demiş. Nitekim anası da asılmış.

Anamas Dağı, Çoban Kayası, Dedegül Tepesi ve Karagöl’ün adı da bu hikâyeden alasıymış.

Obruk Efsanesi

Vaktiyle, bizim köyün yakınında Obruk diye bir mahalle varmış. Dedelerimizin, ninelerimizin zamanında bir gün, bu mahallede bir haneye Hızır Dede gelmiş. Bir hanenin kapısını çalmış:

“Ev sahibi, ev sahibi! Bana bir parça yiyecek bir şeyler verin, bana bir hayrınız yok mu?” demiş.

Hane sahibi gelinin de beşiğinde çocuğu varmış. Çocuğum ağlayacak diye kalkmış, gocaya bir şey vermemiş.

Dede’ye “Verecek bir şeyim yok!” demiş.

Hızır Dede de “Yok mu gızım?” diye tekrar sormuş. Gelin, tekrar “Yok!” deyince Hızır Dede:

“İnşallah, yağ ola goyulasın, obruk ola oyulasın Suyun içilsin de, balığın yenilmesin!” demiş.

Dede, bu sözleri söyler söylemez kaybolmuş. O mahalle de aynı anda obruk olmuş oyulmuş. Şimdi hâla oranın balığı yenmez. Derde derman olarak vücudunda bir kaşıntısı olanlara şifa olsun diye o sudan içirilir.

Hâlâ Perşembe geceleri, o Obruk’un yerinden gelinin beşik sesi ile ninni sesleri duyulur:

“Bebeğin beşiği çamdan,
Yuvarlandı düşdü damdan,
Beğ babası gelir Şam’dan
Nenni yavrum, nenni guzum,

Gapıya gelen Hızır’ımış da,
Biz bilemez imişiz,
Biz bu bedduaya nasıl uğramışız?
Nenni dudum, nenni guzum…”

Vaktiyle, dedelerimiz, ninelerimiz, bizi ocak başında toplar, külde nohut kavurur, hem yedirir hem de bu masalları anlatır bizi eğlerdi.

Kızlar Kayası Efsanesi

Meramın batı yönünde ki vadi kenarında kızlar kayası denilen kayaların efsanesi şöyle anlatılır: “Konya’dan Dereköy’e gelin götürülüyormuş… Fakat gelinin Konya’da civan bir sevgilisi varmış. Ondan ayırmışlar. Dereköylü bir gence vermişler. Sevdalılar ayrı yerlerde, fakat aynı anda dilekte bulunurlar. Delikanlının; “içimi ateşe yakar gidersiniz, sevgimi hiçe sayar gidersiniz! Dilerim bir daha yüzünüzü Konya’ya dönemezsiniz”, genç kızda; “Gidiyorum, görenek bu. Babamın sözünden çıkamadım. Ama gönlüm Konya’dan bu yana, yüzüm Dereköyü’ne dönmesin Allah’ım” Tam yarı yolda gelin Konya’ya dönmüş, bir “ah” çekmiş… İşte bu sırada bütün kafile olduğu yerde taş oluvermişler.” Birer doğa harikası olan bu taşlar, şimdi de birer efsane harikası olarak anlatılmaktadır. Efsanenin sihri, onlardaki ölüm kavramını alıp götürmektedir. Kızlar Kayası, Konya’da bir güzellik olarak, bir efsane olarak yüzyıllardan beri yaşamaktadır. Yeni kuşaklar bu güzelliklere sahip çıktığı sürece bu yaşama sonsuza kadar sürüp gidecektir, aynen bir Ergenekon bir Manas gibi.

Tahir ile Zühre Efsanesi

Zühre bir sultan kızı, Tahir bir vezir oğludur İkisi de anne ve babalarının yedikleri sihirli bir elmadan Dünya’ya gelmişler, birlikte oynamış, birlikte büyümüşlerdi Önceleri, bir hocanın rahlesi önünde diz çöküp okurlarken, sonra yaşlı bir Pir’in elinden içtikleri “Aşk Badesi” ile sarhoş olur, yüreklerini aşkın yalap yalap yakan ateşinde közleştirirler Artık, sazla- sözle deyişler söylemekte, birbirlerine olan aşklarını dile getirmektedirler Bu böyle gitmeyecek, bir engel ortaya çıkacak, daha beşikteyken sözleri kesilen bu iki sevgiliyi birbirinden ayıracaktır, çünkü Hak âşıklarının alın yazısı böyledir Bu çizgide kaderleri birliktir Gün gelip çatmış, kader ağlarını örmüş, Tahir Konya’dan Mardin zindanına sürülmüş, Zühre de sarayın bir odasına kapatılmıştır.

Her iki âşık, umutsuz aşklarının çilesini çekmeye, yüreklerindeki petek petek aşk balını saza ve söze dökmeye devam ederler Gün olur, Tahir zindandan kurtulur Konya yoluna düşer, Konya sarayından sevgilisini kurtarmak isterken yakalanır Bu kere bir sandala bağlanarak, başıboş, Beyşehir gölünün hırçın dalgalarına bırakıverir Göl Emir’i onu bulur, konağına getirir Bu sırada, Zühre’nin bir Beyoğlu ile düğününün yapılmakta olduğu haberi alınır Tahir, kılık değiştirerek, Konya’ya gelir, bir yolunu bularak Saraya girer Girer ama bir muhafız onu tanır üzerine atılarak öldürür Zühre, altın telli duvağıyla cesedin üzerine kapanır, oracıkta can verir Her ikisini bir mezara korlar Mezardan iki gülfidanı boy verir iki fidanın arasında bir çalı dikeni vardır Bu iki fidanı asla birleştirmez Sonradan mezarlar üstüne, bugünkü türbeyi yaptırır, adına Tahir Ve Zühre türbesi derler.

Tuz Gölü Efsanesi

Efsaneye göre şimdi ki Tuz Gölü’nün bulunduğu yerde, çok eskiden kötü ve cimri yaşlı bir kadına ait verimli büyük bir bağlık varmış. Bir gün yaşlı bir derviş, yolunun üzerindeki bu bağı görmüş. Bağın yanındaki kulübede çıkrıkla iplik saran yaşlı bir kadın oturmaktaymış. Çok susayıp acıktığından yaşlı kadından bir salkım üzüm istemiş. Ancak yaşlı kadın da ona üzüm vermemek için “Bu yıl bağım kurudu hiç üzüm vermedi.” diyerek yalan söylemiş. Kadının bu hareketine kızan derviş, tekkeye taraf yürürken ona “inşallah tuz ile buz olasın! Gelip geçen seni taşlasın da hayır yüzü görmeyesin!” diye beddua etmiş. Yaşlı kadın o anda elindeki çıkrıkla taş kesilmiş, bağ ise tuz gölüne dönüşmüş. Yakın geçmişimizde Hala Sultan Tekkesi’ni ziyaret edenlerin yoldan geçerken taş kesilen bu koca karıyı taşlamaları adetten olmuş.

İplikçi Cami Efsanesi

Selçuklu eseri İplikçi Camii’nin yapımı ile ilgili efsaneler anlatılır Konya’da, derler ki; iplikçi Camisini bir adam “Ben kimseden yardım almadan yaptıracağım. Sevabı sadece benim olacaktır.” diye yaptırmaya başlar. Bu arada bir kadın tebelleş olur. “ne olur Allah aşkına, benim şu paramı da alın camiye harcayın” dermiş. Ama yaptıran adam ustalara “kimseden bir şey almayın” diye tembihlediği için ustalar o kadının parasını almazlarmış. Kadına “ağamız kimseden yardım kabul etmeyeceksiniz” diye sıkı tembihledi, boşuna uğraşma senin yardımını almayız derlermiş. Kadın her gün gelirmiş, istediğini söylermiş ustalarda her gün olmaz almayız koy git başımızdan kadın derlermiş. Kadın geçimini iplik bükerek sağlarmış. Onun için de kadına iplikçi derlermiş. Bir gün kadın büktüğü iplikleri kırpık kırpık kırpmış. Gece gizlice gelmiş iplik kırpıklarını caminin duvarının örüldüğü harca karıştırmış. Ertesi gün ustalar hiçbir şeyden haberleri olmadığı için kadının iplik karıştırdığı harcı duvar yapmada kullanmışlar Neyse aylar geçmiş. Cami yapılmış bitmiş. Bir gün camiyi yaptıran sevabı bana olacak diyen adam, rüyasında bir “pir” görmüş. O pir “o caminin sevabı sana yazılmadı. Harçlara ipliğini karıştıran kadına yazıldı.” demiş. Ogün bu gündür caminin adı İplikçi Camii olarak kalmış.

Kybele Efsanesi

Azize Kybele, yanında nedimeleri Silenos’larla (Sillenin adının Silenler denen bu nedimelerden geldiği söylenmektedir.) dağın etrafındaki ormanda gezerken, bir çam ağacının altında flüt çalan, Atis adında bir çobana rastlar. Çobana âşık olan Kybele onu manastıra götürür. Bir süre sonra nedimelerden kıskandığı çobanı öldürtür. Fakat yaptığına pişman olur. Hasretine dayanamadığı Atis’in resmini bir çam ağacına kazıtarak ferman çıkarır. “Çam ağacı benim Atis’imdir, kim çam keserse benim Atis’imi kesmiş olur” diyerek bu civarda çam ağacı kesilmesini yasaklar. Yakın zamana kadar tamamen çamlarla kaplı bu tepeler, zamanla civarda bulunan maden ocakları ve yangınlar yüzünden yok olmuştur.

0
be_en
Beğen
0
alk_
Alkış
34
mutlu
Mutlu
4
k_zg_n
Kızgın
5
_a_rm_
Şaşırmış
3
_zg_n
Üzgün

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir