Osmaniye Efsaneleri

Osmaniye iline ait efsaneler.

Osmaniye Efsaneleri
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Osmaniye iline ait efsaneler.

Bey Mail

Memleketin padişahının hiç çocuğu olmamış. Çocuğu olmayınca başka bir ülkenin padişahının Abu Güneş isminde bir kızı varmış. Onu istettiriyor. Oda vermeyince artık işi zora koşuyor. Padişah öbür padişahın memleketine savaş açıyor. Yenersem bu kızı alırım hesabıyla savaş açıyor. Yeniliyor. Yenilince ardına bakıp dönüyor, geliyor. Bir çok da adam, asker kırılıyor. En sonunda bu Abu Güneş ismini yasak ediyor. Kim Abu Güneş adını anarsa kellesini kestiririm der. Dellal çağırttırıyor. Abu Güneş’in bir şeyini bulup bir kolayını bulup resmini alıp odasının birine kilitliyor. Anahtarınıda saklıyor. Arada bir açar bu Abu Güneş’in resmine bakarmış. Bununla gönlünü avuturmuş. Padişaha vezirler diyorki:

“Bir gün padişahım evlenemedin. Bir padişah kızı alamadın. O küçük insanların da gızını almıyon.”

Başvezir diyor:

“Gelsenle şu Allah’ı bir aramaya gedek. Ayağımıza bir tane incesinden demir çarık yaptırak. Demir çarıkları geyek. Senle Allah’ı aramaya gedek. Allah’a da derdini anlat.” diyo. Hanım sultanlar diyor ki:

“Padişah, vezir Allah aramaynan bulunmaz. Siz çocukmusunuz? Allah nerde ararsan orda.” dediyseler de

“Biz Allah’ı aramaya gidicik.

diyorlar. Bunlar tebdil-i kıyafet olup padişah olduğunu kimse bilmeyecek şekilde tebdil-i kıyafet olup birde üzerlerine öyleye kadar gittikten sonra acıkınca yiyecek yani eski tabirle azık alıyorlar. Yola çıkıyorlar. Hanım Sultanlar bunlara gülüyor.”

“Şimdi akşama kadar geri dönersiniz. Şora varınca yorulursunuz. Siz yola mı gidersiniz. Ayağınızda demir çarığnan.”

diye bunlara gülüyorlar. Bunlar yola çıkıyor. Öğle vaktine kadar gidiyorlar. Bunlar yoruluyor. Bir pınarın başına varıyorlar. Orda yemeklerini yiyorlar. Öğle namazlarını da kılıyorlar. Orda dinlenirkene bir pir ihtiyar geliyor. Bunlara:

“Selamün aleyküm padişahlan vezir.” diyor. Adamlar şöyle bakıyorlar:

“Yav tedbil-i kıyafetle bu ihtiyar ne bildi bizi. Padişahla vezir olduğumuz. Kardeşim ne bildin sen bizim padişahla vezir olduğumuzu?”

“Ben sizin nereye gittiğinizi de biliyom.” dedi.

“Nereye gidiyoz biz?” diyo.

“Siz Allah’ı arama gidiyonuz. Padişahın çocuğu olmuyo Allah’ı aramaya gidiyonuz. Allah aramaynan bulunmaz. Allah’ı nerde ararsan orda.” diyo.

“Ben size bir iyilik edim gardaş.” diyo. Cebinden bir elma çıkarıyo.

“Gardaş bu al götür. Bunu ter temzi soy kabuğunu küheylan kısrağına yedir. Elmayı da ortadan böl yarısını hanımına yedir yarısını da sen ye, inşallah çocuğunuz olur.” diyo.

“Hemi de inşallah nur topu gibi bir olun olu. Kısrağıda bir küheylan at doğurur.” diyo.

“İnşallah vezir senin de hanımın bir tane çocuk doğurur.” diyo.

Adam elmayı verip gözden kayboluyor. Ulan adam Hızır (a.s.) Adamın saflığı, adamların saflığı cenabı Allah’ın hoşuna gidiyor. Hızır (a.s.) gönderiyor. Onlara git böyle şöyle yap diye Hızır (a.s.)’da bunların imdadına ulaştırıyor. Adamlar geri dönüp akşam üstü eve geliyorlar hanımlar yolda hazır bekliyorlarmış:

“Biz size demedik mi şimdi gidip gelirsiniz, dönersiniz. Siz nereye gidebilirsiniz.” diyorlar.

Neyse akşam oluyor. Padişah elmayı çıkarıyo cebinden. Bismillahhirrahmanirrahim deyip soyup eliynen götürüp küheylan gısrağına yediriyor. Elmanın kabuğu. Elmayı ortadan bölüyo yarısını gendi yiyo yarısını da hanım sultana yediriyor. O günden sonra Hanım Sultan hamile kalıyo. Küheylan gısrağı hamile kalıyo. Tabi bunlar gününü bekliyorlar. Günü doluyo. HanımSultan bir oğlan çocuğu doğuruyo. Tabi at on iki ayda doğurur. Üç ay sonra da kısrak bir küheylan at doğuruyo. Yalnız diyo ki o ihtiyar:

“Ben gelmeyince bu çocuğun adını goyma ha. Adını goymaya ben gelecem.” diyo.

“Tamam.” diyo padişah. Çocuk bir yaş, iki yaş, üç yaş, beş yaş okul zamanı geliyo. Tabi şimdiki gibi okul değil o zaman. Medrese okulu; her türlü dini bilgi, kılıç kuşanma, ok atma onları öğreniyo. O zamanın tahsilini görmeye başlıyor. Okul arkadaşları çocuğa adsız, adsız derlermiş çocuğun adı olmadığı için. Çocuk bir gün diyor ki:

“Baba benim adım niye yok. Benim adımı vur baba.” diyo. Vezirler toplanıyorlar.

“Efendim bu çocuğun adını gel goyak. Bir merasim yapak sana yakışır şekilde. Bu çocuğun adını goyak.” diyorlar.

“Tamam.” diyo padişah. Veziri, ileri gelenler bir tören yapıyorlar. Din adamı çağırıyorlar çocuğun adını goymaya. Hoca çocuğu eline alıpta kulağa ezanı okuyunca, adını vuracağı zaman, hemen ihtiyar ortaya çıkıyor.

“Durun! Ben sana demedim mi padişah ben geleneçe adını hoyma demedim mi?” diyo.

“Çocuğu ver bana.” diyo.

Hocaya ihtiyar. Çocuğu alıyo eline. Şöyle bakıyo çocuğa.

“Ne bakıyon mayıl mayıl?” diyo.

Adam öyle diyo. Kayboluyo.

“Ulan adımı da vurmadan gitti arkadaş. Hocaya bak hele, şu ihtiyara bak.”

vezir diyo ki: “Adını vurdu işte gardaşım adını vurdu. Adı ne bakıyon mayıl mayıl. İşte mayıl goydu.”

Bunun üzerine çocuğun adı vuruluyo. Hızır (a.s.) kayboluyo. Çocuğun adı Mayıl kalıyo. Adı kaldı Mayıl Bey. Mayıl Bey geldi, Mayıl Bey gitti. Mayıl artık serpiliyo büyüyo. 15 yaşını geçiyo. Artık deliganlı oluyo. Herşeyi öğrenmiş. Ok atmasını, gılıç kuşanmasını, cirit atmasını, ata binmesini her türlü tahsilini görmüş. Işte bu Mayılı evericiler. Heç bir gız beğenmiyor Mayıl. Bu arada Mayıl’ın bir süt ninesi varmış. Süt ninesinin bu Abu Güneş’ten, fotoğraftan haberi olmuş. Mayıl’a diyoki:

“Bir gün baban ne gadar harbetti ne gadar asker kırdırdı, insan gırdırdı. Para harcadı, falan memleketin padişahının gızını Abu Güneş’i alamadı. Şimdi ise birinin yardımıynan resmini aldı. Odasının birinde saklı. Ben o odanın anahtarının yerini biliyom. Sana onu veririm. Aç gör. Anca sana o lâyıktır. Anca sana Abu Güneş lâyık.” diyo. Bey Mayıl anahtarı alıyo. Gapıyı açıyo ki Abu Güneş’i görene gadar oraya yıkılıyo. Orada bir kaç saat baygın galdıktan sonra ayıkıyo. Kendine geliyo. Aynı gece rüyasında görüyo. Abu Güneş’i, Abu Güneş Mayıl’ı. Haftalarca, aylarca rüyalarında birbirlerini görüyorlar. Bunlara kırklar şerbetinden içiriyorlar. Birbirlerine hem âşık hem sevdalı. Mayıl günden güne yemeyip içmeyip eriyo. Padişah doktor koymuyo, para koymuyo döküyo. Bu Mayıl’ın hastalığına çare bulamıyo. Ne kadar ziyaret varsa, hoca varsa. Muska yazdırıyo. Ne kadar emek ediyorlarsa da beyhude. Padişah oğlundan ümidi kesiyo. Artık ölecek diyo, bu böyle ölecek. Enson çare elmadan olan vezirin oğlu, arkadaşı, ona dediriyo. O da söylettiremiyo. En sonunda padişah oğlunu karşısına alıyo. Bey Mayıl’ı. Şimdi padişah Bey Mayil’e ne dici bakalım:

Ah sürünü sürünü de Mayılım

Bey Mayıl ah geldim yanına yanına

Ne derdin oğlum Mayıl’a

Söyle babana söyle babana

Nice servetimi sarfettim de oğlum

Mayılım kimsenin yoluna senin yoluna

Derdin nedir oğlum bey oğlum

Söyle babana söyle babana

Şimdi aldı Bey Mayıl:

Ah derdim büyük de babam şah babam

Kimseye denmez kimseye denmez

Mayıl kimseye kimseye güvenmez

Aman güvenmez

İçerim yanıyo da babam, bey babam

Ateşim sönmez, sönmez ateşim sönmez

Yüreğimi yakar bey babam garum var var benim

Garum var benim

Aldı padişah:

Yaşa oğlum yaşa Mayılım

Sen binler yaşa

Nüfusum geçiyo dağdan daşa

Bir kötülüğüm olursa da Mayılım

Döneyim daşa döneyim daşa

Nedir derdin oğlum

Söyle babana söyle babana

Aldı Bey Mayıl:

Ah derdim ağır da babam şah babam

Desem bilirsin desem bilirsin

Hançer alır üzerime yüyürsün

Beni öldürür de babam

Yarim alırsın yarim alırsın

Abu Güneş derler

Yarim var benim yarim var benim

Padişah:

“Cellad.” diyo.

O arada vezir bize rakip padişahın oğluyla konuşucu diye hazırlanılarmış:

“Bire padişahım! Sen ne diyon sen. Sen asker gırdırdın o kadar. Öte ettin beri ettin bir gız alamadın. Allah’ı aramaya gittin. Şu kadar rezillik çektin. Allah aşkına sen ne diyon! Elin alamadığın gızı için oğlunun başını vurdurucun. Yok!” diyorlar.

“Biz hepimiz sana karşı çıkarız, olmaz.” diyor.

neyse padişahın gönlünü ediyorlar.

“Öldürmem yalnız gözlerini oydururum.”

Ne kadar ettilerse ıh diyo padişah, celladları çağırttırıyo. Mayılın iki gözünü oyduruyor. Gözlerini de ceplerine koyuyorlar.

“Kuşkurt dağına bu adamı götürüp koyun. Ellerini de bağlan. Zaten gözleri de kör. Orada gurtlar guşlar yesin.” diyo.

Yalnız vezir diyoki:

Oğlum sen de git bu giden kafileynen. Mayil’ı orada koyup gelirsen eve gelince senin de kelleni vurdururum.” diyor.

“Sen o dağda kuşkurt dağında koyup da gelme! O senin gardaşın sayılır. Beraber doğdunuz, beraber büyüdünüz. Orada beraber öl gene gelme.” diyor.

Adamlar Mayıl’ı götürüyorlar. Gözlerini oyup cebine de goyuyorlar gözlerini. Kırk elli tane atlıynan götürüp Kuşgurt dağına atıp elleri de bağlı. Ne kadar ediyosa vezirin oğlunun da elini ayağını bağlayıp onu da ata sarıyorlar. Onu da getiriyorlar. Geri zaman orada Kuşgurt dağında kalıyor Mayıl. Akşam olunca yalnız Mayil’in atını getiremiyorlar. At teslim olmuyor, gelene gidene vuruyor. At kalıyo orada. Akşam olup hava kararınca ne kadar çarçakal varsa Mayıl’ı yemeğe geliyorlar. Kolları bağlı; mübarek at, küheylan at Hızır (A.S.) yardımıyla at bacağını karnının altına alıyor Mayil’i. Önüne geleni ön tepiğiyle arkaya geleni arka tepiğiylen bütün ne kadar yırtıcı varsa vurduğunu yıkıyo. Sabahlara kadar Mayil’i kimseye elletmiyor. Orada Mayil Allah’a yalvarıyor:

“Allah’ım beni kurtar bu sıkıntıdan. diyor.

Cenab-ı Allah Hızır (a.s.) gönderiyor. Hızır aleyhisselam geliyor. İki tane güvercin geliyor oraya. Güvercinler demişlerki:

“Şimdi bu adamın gözleri ceplerinde bizim dilimizden bilse de bu gözleri geri yerine koysa. Şu bize tüy dökse de oraya gözlerini sürsek. Bunun gözleri iyi olur.” demişler.

Kuşlar yani güvercin Hızır (a.s.) bunları duyuyor.

“Kuşlar dökün tüyünüzü!”

diyo. Kuşlar tüyünü döküyor.

“Mayıl gözlerin cebinde. Çıkar gözlerini cebinden!” diyor.

Gözünü yerine koyuyor. O kuşun tüyünden bismillah diye çalıyorlar. Gözleri aynı anda açılıyor. Hızır aleyhisselam:

“Mayıl atına bin, bin atına!”

Mayıl atına biniyo. Bismillah deyip Hızır (a.s.) da atına biniyor. Mübarek o da biniyor atına Mayil’e diyo dut benim elimden. Havalanıyorlar, Kuşgurt dağından kurtuluyorlar. Uçup gidip korku dağına konuyorlar. Mayile burada dur diyor.

“Ben sana şimdi bir saate kadar Abu Güneş’i getiririm. Burada dur” diyor.

Zaten çocuk uykusuz kurdun kuşun korkusundan. Atı da burada yayılıyor. Kendi de oraya uzanıyor. Bir yastık taş koyuyor başının altına. Hızır (a.s.) gidiyor gızın olduğu yere. Kız da cariyelerine çamaşır suyu koydurmuş çamaşır yıkamak için. Kızlar su koyuyorlar. Kendi de gızların başında. Her gözünü yummaya Bey Mayıl’i görüyor garşısında. Gız da orada gayet mahsun gönlü gırık orada çamaşırcıları yanında. Duruyormuş. Hızır (a.s.) gonuyor:

“Gızım ben Hızır (a.s.) Mayıl’ı Kuşkurt dağına atttılar. Oradan gurtardım. Korku dağına getirdim. Babayın eski bağı ora. Koru dağa getirdim. Mayıl seni orada bekliyo. Hemen bin terkine.” diyor.

Zaten Abu Güneş, Mayı lafını duyunca hemen sıçrayıp biniyor. Yanına da bir şey almıyo. Başında bir altın darak galıyo. Saçını bu altın darakla topluyo. Hızır (a.s.) terkisine biniyor, varıyorlar. Korku dağına. İniyor Abu Güneş.

“Mayıl git yanına gonuşun. Anlaşın. Bütün anlaşılmazınızı alın. Yalnız ileri gitmen.” diyor.

Gıza varıyor ki Mayıl onların geldiğini duyunca işi uyumuşluğa vuruyor. Şimdi orada Abu Güneş aldı bakim ne diye Bey Mayıl’e :

“Ben Mayil’i buldum,buldum

Gorku dağında, gorku dağından

Bülbüller ötüşür Mayilim

Sabah çağında, sabah çağında

Kalkmış Mayilim, Mayilim

Uyan Mayil uyan Mayil

Kadının ben olayım

Kölen ben olayım

Ah bir ay doğdu da ilk akşamdan yücede

Şavkı vurdu pencereye neden bocadan, uyan

Uykusuz mu kaldın Mayilim dünden geceden

Uyan Mayil uyan Mayil

Kadının ben olayım

Kölen ben olayım

Ah yaşa Mayil yaşa Mayil

Sen binler yaşa sen binler yaşa

Neçe işler geldi Mayilim

Sağ olan başa, sağ olan başa

Bir su veren yok mu

Mayilim, Mayilim Abu Güneşe

Uyan Mayil uyan Mayil’e

Kadının ben olayım

Kölen ben olayım

O zamana kadar Mayil hemen kaltığınan sarıldılar, hasret giderdiler, kucaklaştılar. Artık gençler her türlü muradına gavuştu. Vakti gelince gel Abu Güneş dedi seni götürücüm. Abu Güneşle Mayil ayrılırken sana verecek bir şeyim yok dedi Abu Güneş. Şu başımdaki tarağı al dedi. Başındaki tarağı Bey Mayil’e verdi. Mayilin de bir şeyi yoktu ona verecek. Hızır (a.s) terkisine bindi. Abu Güneş. Mayıl orada baktı galdı. Şimdi aldı bakalım deyici Bey Mayil:

Gökten yere bir sır indi

Ne tez indi ne tez aldı

Mayıl burda baktı da galdıktan

Gettin Abu Güneş gettin

Balı goyarlar kutuya

Güzeller gelmez satıya

Gündoğudan gün batıya

Gettin Abu Güneş gettin

Güneş gitti baka baka

Mayil kaldı baka bakalım

Bir işimiz kaldı Hakk’a

Gettin Abu Güneş gettin

Böyle söyledi Bey Mayil. Tabi bu orada acıktı. Acıkınca Bey Mayil’in garşısına bir geyik çıktı. Orada Bey Mayil’in atı da duruyo, oku da duruyo, yayı da duruyo. Bey Mayil şimdi bu geyiği yakalayım diye öte seğirtti, beri seğirtti, olmadı. Yakalayamadı. Çok kovaladı geyiği, en sonunda bir uçurumdan aşağı düştü. Bey Mayil’in atı öldü, kendi de her tarafı kırıldı. Sarıkamışlık denen bir çukura düştü. Orada Bey Mail sadece ölmedi her tarafı kırık, perişan oldu. Orada yine Bey Mayil’in aklına Hızır (a.s) düştü. Başladı Allah’a yalvarmaya. Aldı bakalım Bey Mayil nediyici:

Ah düştüm de düştüm

Gırıldı belim gırıldı belim

Tutmaz bir yerim, bir yerim

Gözlerin sevdiğim o nazlı sevdiğim

Dumanlı dumanlı dağlarda galdım

Sana diyom sana da sana

Hey goca nazlı

Nerde anarsan orada hazır

Gözlerin sevdiğim bozatlı Hızır

Dumanlı dumanlı dağlarda galdım

Dumanlı dumanlı dağlarda galdım

Hızır (a.s.) hemen şakıda geliyor. Mübarek elleriyle Mayil’in bütün yarık yerlerini sıvazlıyor. Her tarafı bitiyor. Bismillah deyip kalkıyor. Hızır (a.s.)

“Şu yola git Mayil şu yola git.” diyor.

“Bu yola gidersen sevdiğin tarafına gidersin.” diyor.

Götürmüyor kendi, oraya koyuyor. Mayil şimdi düşüyor yola. Çok gediyo, çok gediyo. Aç susuz dağlarda ısrt baş kirli, perişan. Gide gide bir ufacık şöyle köy gibi bir yer. Bir yolun kenarında üç, beş tane ev. Oradan geçerken orada bir garı. Bu garının altı tane gızı var. Birisi gocaya gitmemiş. O yolu bekliyokine Allah bu yoldan bir bekar geçire de şu gızın birini verem diye. Uzaktan bakıyoki bir adam geliyo.

“Gızlar koşun! Şu adamı yoldan çevirin, iyice bakın! Bari birinizden gurtulum!” diyo.

Garı gızlar gidiyorlar yola:

“Gardaş seni anam çağırıyor.”

diye yoldan çeviriyorlar. Mayil de zaten aç, perişan. Garı:

“Gurbanım, oğlum gel!”

diyo. Mayil’e bakıyor tertemiz bir oğlan. Mayil’e yemekler pişiriyo garı. Yediriyor, içiriyor. Yorgunluğu çıktıktan sonra çağırıyor gızları. Gızlar geliyor, şöyle diziliyor.

Bunun birini beğen al oğlum! Ne sağa, sola gidicin”

diyo. Aldı Bey Mayil bakalım ne diyici:

Top top olmuş gelen gızlar

Gelir hıllanı hıllanı

Hiç birini almam bir pula

Gedin hıllanı hıllanı

Atın gızın biri Eşe

Ver benleri goşa goşa

Sarı çiçek mor menekşe

Altı gızlar mamayı gızlar

Altı gızın biri Dudu

O da içerinde yakar odu

Yoldurmuş ayvayı turuncu

Altı gızlar mamayı gızlar

Altı gızın biri inci

O da içlerinde genci

Goynundaki ayva turuncu

Altı gızlar mamayı gızlar

Altı gızın biri Fatma

Var ibenleri çatma çatma

Ayşe de hile gatma

Altı gızlar mamayı gızlar

Altı gızın biri Yeter

O da el değmeynen yatar

Altısı da ondan beter

Altı gızlar mamayı gızlar

Ebem sen de sürmüşsün

Eline başına gına vurmuşsun

Üç otuz yaşında ebem garısın

Var get ebem, almam bir pula

0
be_en
Beğen
0
alk_
Alkış
2
mutlu
Mutlu
1
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir