Uşak Efsaneleri

Uşak iline ait efsaneler: Ali İle Kezban Efsanesi, Dikilitaş Efsanesi, Sırakayalar Efsanesi.

Uşak Efsaneleri
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Uşak iline ait efsaneler: Ali İle Kezban Efsanesi, Dikilitaş Efsanesi, Sırakayalar Efsanesi.

Ali İle Kezban Efsanesi

Bir zamanlar Uşak civarında yaşayan varlıklı bir ailenin Kezban adında bir kızı varmış. Çobanlık yapan garip Ali dağ eteklerinde sürü güderken bir gün Kezban’ı görür. Çoban Ali ondan sonra Kezban’a vurulur. Sevdasının acısıyla her gün yanık yanık kaval çalar. Kezban da her gün gelip Ali’yi dinler. Aşklarını birbirlerine söylerler. Artık dayanamaz hale gelen Ali anasına : -‘Var git ana Kezban’ı babasından iste’ der. Annesi oğlunu kıramaz varır beyin evine muradını söyler. Bey kızar. -‘Oğluna söyle yüksek dağların başı dumanlı olur, baş döndürür. Başını yükseklerde gezdireceği ne dağın eteklerinde sürüsünü gütsün dengini bulsun’ der. Bu hal üzerine Ali’de Kezban da derinden yaralanmışlardır. Neticede kaçmaya karar verirler, gece yarısı bir pınar başında buluşurlar. Bu arada beyin adamları pusu kurmuşlardır. Orada ikisini de vururlar.

Dikilitaş Efsanesi

Vaktiyle Uşak İlinin Banaz İlçesi yakınındaki Ayrancı Köyünde çocuklu bir kadın yaşarmış. Bu kadının evi köy dışındaki bir tarlanın ortasındaymış,tarlanın civarında tek tek evler varmış. Bir gün bu kadın yufka açıyormuş. Tam o vakit kadının çocuğu ağlamaya başlamış. Bunu gören kadın çocuğuna doğru uzanarak neden ağladığına bakmış ve çocuğunun altına pislediğini görmüş ve yerinden kalkıp bez almayı üşendiği için çocuğunun altını açtığı yufkalardan biriyle temizlemiş. Tam bu sırada annesi de çocukta oracıkta taş oluvermişler. Şimdi bu olayın geçtiği yer Dikili taş mevki olarak bilinmektedir.

Sırakayalar Efsanesi

Bundan çok önce Bulkaz Dağının tepesindeki düzlükte zengin mi zengin bir Yörük beyi yaşarmış Zenginliğine ölçü bulunamazmış Koyunu, keçisi dağa taşa sığmazmış.

Bu beyin Zeliha adında bir tanecik kızı varmış Zeliha’nın güzelliği dillere destanmış Yüzüne bakmaya duyulmazmış Zeliha’ya doğudan batıdan görücüler, dünürler gelirmiş bir yandan da Fakat hepsi de eli boş dönerlermiş Zengin babası Zelihayı kimselere layık görmezmiş.

Günlerden bir gün Zeliha bir gece rüyasında bir çoban görmüş Çoban yanık yanık kaval çalıp türküler söylemiş Zeliha da dinlemiş uzun uzun rüyasında Aradan günler, aylar geçmiş, kızcağız bir türlü o rüyayı unutamamış Hayalinde yaşattığı yoksul çobana her geçen gün biraz daha sevdalanmış.

Gel zaman git zaman günlerden bir gün, Zeliha kara Yörük çadırının gölgesine oturup düşünürken kulağına biraz öteden bir kaval sesi gelmeye başlamış Zeliha heyecanlanmış, can kulağıyla dinlemiş kavalın sesini Aylar önce rüyasında dinlediği kavalın ta kendisiymiş bu Bir sevinç ateşi almış yürümüş yüreciğini Kaval o kaval ama çoban da o çoban mı bakalım? Hemen eteklerini tutup koşmuş sesin geldiği yöne Gitmiş, gitmiş bir ulu çamın altında durmuş Meğer aradığı çoban, orada çamın gövdesine yaslanıp dururmuş Ayaklarının ucuna basa basa iyice yaklaşmış Zeliha Çobansa dünyadan habersiz Kendini çaldığı havaya öylesine kaptırmış ki, ne güttüğü koyunların çok ötelere gittiğinden, ne de yanına dünyalar güzeli bir bey kızının geldiğinden habersizmiş Çobanın çalması, Zeliha’nın kendisinden geçerek onu seyretmesi kim bilir daha ne kadar sürecekmiş Fakat az ötede başka çamın gölgesinde yatan çoban köpeği havlayarak manzarayı bozmuş Zeliha korkudan bir “ayy” çekince çoban kendine gelmiş Kaval sesi kesilmiş Esmer yüzlü, ince kara bıyıklı genç çoban ayağa kalkmış, kendisine iyice yaklaşan kıza merakla sormuş;

“İn misin cin misin ne isin var burada?’

Zeliha heyecan dolu bir sesle cevap vermiş : ‘Ne inim nede cin kavalını dinlemeye geldim’

Çoban : “Bari beğenseydin” demiş

Zeliha : Beğenmesem gelmezdim

Sonra Zeliha oturmuş genç çobanın yanına, uzun uzun sohbet etmişler Zeliha ona rüyasını anlatmış, Genç çoban Zeliha’ya tekrar kaval çalmış Orada sevdalanmış birbirlerine bu iki genç O gün ayrılırken her gün bu ulu çınar ağacının altında buluşmaya söz vermişler Bu şekilde günler haftaları haftalar ayları kovalamış Bir gün Zeliha ve genç çoban yine bu ağacın altında buluşup ele ele diz dize oturup konuşuyorlarken Yörük beyinin adamlarından biri görmüş onları Boş boğaz adam koşup gördüklerini beye anlatmış Zeliha’nın babası bu olaya çok kızmış, çok hiddetlenmiş, öfkesinden küplere binmiş Ve üç azgın adam gönderip çobanın bu diyarlardan sürülmesini emretmiş Kızını da bir kara çadıra kapattırmış Zeliha ekmekten aştan kesilmiş çadırda Durmadan ağlıyor gözyaşı döküyormuş aşktan gönül derdinden anlayanlar beyin huzuruna çıkmışlar:

– Beyimiz demişler, gel etme eyleme iki gönlün arasına girme kızcağızın hali çok kötü ne yiyor ne içiyor geceyi gündüze katip ah çekiyor ver sunu sevdiceğinede kapansın bu is diye yalvarmışlar.

Nuh demis peygamber dememis bey olmaz diyee diretmis kim ne dediyse olmaz “benim biricik dunya guzeli kizim bir
baldırı çıplak kızla evlenemez aşkmış sevdaymış boş laf bunlar el alem ne der bana bey kızı bey oğluna yar olur söyleyin

o kızım olacak kendini bilmeze bu sevdadan çabuk vazgeçsin yoksa etini pincik pincik doğrar da köpeklere atarım” Demiş bey.

Günler haftaları, haftalar ayları tamamlamış obada Kimse beyin taş yüreğini yumuşatamamış İş dönmüş dolanmış yufka yürekli anaya düşmüş Ana bu Daha fazla dayanamamış biricik kızının kara çadırda sararıp solmasına.

– Çobansa çoban, yoksulsa yoksul O da insan O da Tanrı kulu değil mi? Gidin, tez elden haber iletin benden yanı Gelsin, kaçırsın kızımı Demiş Ana.

Gün geçmemiş, haber çobana ulaşmış Hemen o gece girmiş çadırların arasına çoban Anayı çağırtmış; öpmüş elini “İşte geldim” demiş.

– İyi ettin oğul Demiş ana da Güzel ettin Bekle buracıkta Ben çıkarıp geleyim sevdiceğini Kaçın, gidin uzaklara Mutlu olun, unutun bizleri.

Çok geçmeden Zeliha gelmiş İki sevgili bir al ata binip batıya doğru kaçmışlar Olacak bu ya aradan üç beş dakika geçmeden bey, Zeliha’nın kaçırıldığını haber almış Hemen adamalarını toplamış ve düşmüş peşlerine Bayır aşağı kızla çoban önde; beyle adamları arkada at koşturmuşlar Öndekiler kaçmış, arkadakiler kovalamışlar Derken şafak sökmeye başlamış Araları iyice kapanmış Yakalanmak üzere imişler Zeliha işte tam o zaman kaldırmış ellerini yukarı, yalvarmış her şeye kadir olan o yüce Tanrı’ya; “Tanrım” demiş sevdalı yüreğinin olanca gücüyle “Yüce Tanrı’m, şu babam olacak zalim kulunu insan yaratıp taş yürekli baba edeceğine taş yaratsan olmazmıydı”

Şafağın ulu sessizliğinde bu yakarışlar dalga dalga göklere yükselmiş Arkasından yer gök sarsılmaya, dağ taş inim inim inlemeye başlamış Tanrı, Zeliha’nın dileğini kabul eyleyip taş yürekli babalara ibret için beyle adamlarını oracıkta bir sıra kaya halinde taşlaştırıvermiş gel ne var ki, çobanla Zeliha da az ötede aynı akıbete uğramaktan kurtulamamışlar.

İşte o gün bu gündür Bulkaz Dağının batı yamacını süsleyen ve Sivaslı ilçesine tepeden bakan Sırakayalar ile Kız kayası yeni kuşaklara taş kesilmiş Yörük beyi ile güzel kızı Zeliha’nın ve talihsiz çobanın ibret dolu acı öyküsünü fısıldar dururlar.

Sırakayalar efsanesi taş yürekli babalara ibret olsun diye hala dilden dile dolaşır durur.

0
be_en
Beğen
0
alk_
Alkış
3
mutlu
Mutlu
2
k_zg_n
Kızgın
2
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir